12 Ekim 2008 Pazar

Ruhun İşemesi




Gecenin içinde camdan dışarı bakmış sigarasını içerken yine aynı duygulara kapıldı. Kıskançlık, nefret... Bu nefretim ve kıskançlığım öldürecek beni diye düşündü. Kıskançlık etmekte haksız değildi aslında. O küf kokan odasında son kuruşlarının hesabını tutarken, sigara alsam okula gidemeyeceğim derdindeyken, bir ev kirasını ödeyemezken arkadaşının sevgilisene aldığı pahalı hediyeler geldi aklına. Hayatın adaletine akıl sır ermiyordu. Oysa varlık içinde yaşayanlar ona göre bu varlığı haketmiyorlardı.






Ayağa kalktı, ışığı söndürürken zihni hala aynı düşüncelerle meşguldü. Yatağına uzandı konusulanlar beyninde yankılanmaya başladı. "Ah güzelim sen üzülme buda geçer sen hele bir mezun ol. Paranı kazan gönlünce harcarsın bu günleri hatırlar gülersin" diyordu kokoşlardan biri. Sonra yine aynı sohbetine devam ediyordu "ay bana gel yeni elbiseler aldım indirimden sanada gösteriym" yeni alınan elbiseler, ayakkabılar... Oysa onun arkasına giyebileceği bir kat elbisesi ve bir çift ayakkabısı vardı. Neden böyleydi sanki. İstediği yeni elbiseler almak değildi aslında. Maddi hesaplar yapmaktan sıkılmıştı, uykusuz kalmaktan, insanların arasında kendini eğreti hissetmekten bıkmıştı. Kendini çok çirkin ve aşağılık hissediyordu. Oysa ne çirkindi ne aşağılık. Parası yoktu belki ama özgürdü. Yine sesler yankılanıyordu zihninde "fazla takma kafana. Allah sevdiği kula dert verirmiş" yatakta yumruklarını sıktı. Oysa o Allahın sevdiği bir kul olmak için hiçbir şey yapmıyordu. Şükür bile etmiyordu. Neyi vardı ki şükretmek için? Onun gibi dua bile etmiyordu. Peki neden o değildi bu küflü odadaki?


Birden aklına Suç ve Ceza da Raskolnikov ve sarhoş adamın konuşması geldi " Sefillik kapıdan girdi mi asillik bacadan kaçar" diyordu sarhoş. Hiç değilse hala asilliğini kaybetmemişti.



Ne kadar küçük şeylere takıyorlardı insanlar. Dertleri tasaları o kadar küçüktü ki. Belkide küçük insanlar olduklarından hep küçük şeyleri dert ediyorlardı. Küçük şeylerle mutlu oluyorlardı. Alış veriş yapıp stres atıyorlardı kendi deyimleriyle. Oysa onu en çok mutlu eden bir sigara yakıp tek arkadaşıyla dertleşmekti. Hayattaki hedefleri ve acıları aynı olan tek arkadaşıyla.... Hedefleri büyüktü. Dünyayı değiştiremeyeceklerdi belki ama dünya için güzel şeyler yapacaklardı. Arkadasının hep söylediği bir söz vardı, "biz büyük düşündüğümüz için mutsuzuz küçük hedeflerimiz olsaydı hemen elde eder mutlu olurduk." Evet haklıydı. Mutlu olmak için bir tomar para harcayıp hala Cengiz Aytmatov'u tanımayan cahillerden değildi. Cengiz Aytmatov'u biliyordu, Alekseev Fedor'u da biliyordu, Franz kafka okumanın hazzına varmıştı. Parası yoktu ama cehaleti hat safhaya ulaşmamıştı....

5 Ekim 2008 Pazar

Eyvah Mürüvvet İstiyorlar


İnsanları en çok sıkan muhabbetlerden birisi mürüvvet muhabbetidir. Yada beni bu kadar çok sıkıyor ve sinirlendiriyor. Doğudaysan ve yaşın yirmiyi geçmişse mürüvvet bahsi açılmaya başlar. Önce annene sorarlar, " münasip bir isteyeni yok mu?"

"var ama istemiyormuş"

"cahilin gönlüne ne bırakıyorsunuz kafanıza yatan birine verin gitsin" bir fincan şeker mi veriyosun bire angut diyeceksin ama bu mürüvet bahsini açanlar hep aile büyükleri olur. Saygıı denen mevzu yüzünden gıkın çıkmaz tabii. Sonrası malum bakarlar valideniz kanmıyor size sormaya başlarlar "niçin evlenmiyorsun"

"daha okulum var babaanne"

"okuyupta napacaksanız işte. Ben diyorum size, lise kaafi" sıra anneanneye gelir "yavrum her geleni yolluyormuşsunuz. Derdiniz ne? Üç görücüyü boş çevirenin kısmeti kapanır. Hem bak Büyük kız olacağına küçük gelin ol derdi rahmetli annem" hayır anlayamıyorum gelen ilk üç kısmeti yolladım kısmetim kapandı diyelim Oooh ne ala! Ya gelenin birisi alkolik, diğeri madde bağımlısı öbürü kumarbazsa. Birde sürekli evde kalmayı tercih etmiş kişilerden örnekler alırız " bak aynur ablana babanla yaşıt. Ne zenginler ne fabrikatörler istedi beğenmedi senin gibi sonun öyle olacak işte! Bak bak Aynur ablana sonunu gör" bu benim en sevdiğim benzetmedir cünkü bahsedilen Şahsiyet babamla yaşıt olmasına rağmen cillop gibi gencecik. Allaaahh diyorum evlenmeyip mahallenin Aynur ablası olacağım. Çoluk çocuk derdi yok, koca derdi yok. Kendi kıçımın derdiyle uğraşacağım sadece. Genç kalacağım yaşlanmayacağım. Yada Tim Burton’un Ölü Gelin'i olacağım. Bunu beğendim işte. Komşu mezerdan kemikleri sağlam biriyle ölümümü birleştirebilirim. Kimsenin hastalıkta sağlıkta demesinede gerek kalmaz böylece. Bunu biz demiyorduk gerçi. En çok sinirlerimi bozan örnekse, "bak komşu kızı Rabia'ya senden altı üstü bir yaş büyük, kızı geldi üç yaşına" En saçma örnek budur Çünkü komşu kızı Rabia onbeş yaşında evlendi.

Birde beklediğin mi var sorusu vardır "bak çekinme söyle" derler ama söyleyince kıyamet kopar. Bu aile büyüklerini anlayamadım gitti. Neden bizim seçim haklarımız olduğunu göz önünde bulundurmaz, sürekli baskı yapma yolunu tercih ederler. Bizim mutluluklarımız onlara neden bu kadar basit gelir.

Efendim nedir yaşlılarımızın hayat felsefesi evlendirmek. Bizim felsefemiz ise evlenmemek ve evlenmek isteyenlerin beynini yıkamak. Özgürlük bir alyansla elden gider. Bazen gitmeyedebilir nadir rastlanan bir durum ama. Bu nedenledir ki biz EKK olmak istiyoruz.