16 Haziran 2010 Çarşamba

Okumalı mı okumamalı mı yoksa hiç öğrenmemeli mi?


Uzun süredir kitap okumamanın verdiği bir vicdan azabını taşıyorum içimde... Başucumda Gabriel Marquez duruyor ama elim varmıyor alıp okmaya. En son otobüsteyken az buçuk kendimi zorlayarak okuduğum cümleleri hala unutamıyorum. kitabın daha en başından cümleler hatırlıyorum... "Ben limandan en ucuzundan epeyce kara tütün ve paçavra sayilabilecek bir cins bir cins sigara kağıdı almış, birinin izmaritiyle diğerini yakarken her zamanki gibi baca gibi tütüyor şeytani hamilerimin en sadığı olan William Fulkner'in Ağustos Işığı'nı bir kez daha okuyordum" diyordu... Neden unutmadim anlayamıyorum... Aylardan beri en son okuduğum cümleler olduğu için mi William Fulkner'in Ağustos Işığı eserine hayranlık duyduğum için mi zaten bunu merak etmeninde gereksiz ve yersiz olduğunu bildiğimden üstüne düşünmüyorum bile... Üstüne düşündüğüm tek şey neden okuyamadığım hemde bu kadar çok sever ve isterken...


Kitap okumak, öğrenmek insana yaşından ayrı bi olgunluk katar. Katar ama okumak istemiyorum... Okuduk, yıllarca okuduk, ders kitaplari okuduk, romanlar okuduk, tarih eleştirileri okuduk, coğrafya okuduk ama konserve sanayinin nerde geliştiği bize bir şey katmadı... Biz öğrendikçe kesin cevaplar vermekten kaçındık, şüpheci olduk, yanılma payı bıraktık. Ama Okumayan cahiller hep bildiklerini sandıkları şeylerden emin oldular asla yanılma payı bırakmadılar internette izledikleri videolarla fetva veren sünepe beyinliler her zaman bildiklerinden emindiler.... Gördüğüm tek şey insanlar cahillere tamah ettiler tarihin gidişatını bilmeden caka satan sümsüklerin toplumda statüsü arttı. Hitleri, Mussoliniyi bilmeyen insanlar milletini sevmekle ırkçı olmak arasındaki farkı görmeyen insanlar çıktı sahneye ve hepimizin bildiğini kendi bilmedikleriyle yalanladılar... Kanatim cahillere Hitler gibi davranmaktan yanaydı ama yapamazdım. Öğrendimki hayvanları seven insanlar katil olamazlar peki nerden öğrendim Dostoyevski'nin Ölüler Evinden Anılar kitabını okurken sanırım yine okurken öğrendim benden katil olmayacağını. Okudukça öğrendim insanların dünyanin yaratılışından beri acı çekmeye mahkum olduğunu. Bugün sömürülen ülkelerin evlatlarının atalarının yaptığı hataların ceremesini çektiğini herşeyi okurken öğrendim. Öğrendikçe mutlu oldum sonra acı çekmeye başladım. I. ve II. dünya savaşlarını okurken fark ettimki devlet büyükleri ölümcül kararlar verdi ve önce askerler sonra sivil halk öldü bunu öğrenmek çok acıydı. İç savaşların insanlara neler çektirdiğini öğrendim okudukça... Çanların kimin için çaldığını öğrendim... Savaşların nerden, nasıl ve neden başladığını bilmeyen insanlar ruhsal bunalımları okuyup içlerinde hissetmeyen insanlar bugün eleştirmen oldular bildikleri yanıldıklarına yetmedi ama konuştular toplumda inanç sağlayan yine bu sünepe beyinli insanlar oldular...

Okumamak mi gerekti hala bir kanatim yok... Okudum öğrendim bazen öğrenmek mutlu etti beni bazense acı çektim Kazıklı Voyvoda'yı öğrenmek çokta iyi değildi belki ya da soykırımları giyotini bilmek acıydı çok acıydı... Peki şimdi ne yapmalı bilip öğrenmeye çalışıp acı mı çekmeliyim yoksa kendimi cehalete mahkum mu etmeliyim...

6 Mart 2010 Cumartesi


akılla buldu insan, tekerleği, ateşi, kesici aletleri.
amma akılla öldürdüler enayiler yıllarca birbirlerini.
icat ettik keşfettik, akılla geliştirdik uygarlık dünyasını.
iyi de hangi akıllı buldu hidrojen bombasını?
hepsi aklın eseri,sinema, televizyon, elektronik, fizyon!!!
tamam da ya radyasyon, enflasyon, spekülasyon.

akıl ile yönettik yıllar boyu dünyayı, koskoca milletleri. pekala akıl ile mi buldunuz napolyonu, hitleri?
aklı bile akıl buldu,tüm yolları denedi, insana iyiyi güzeli sundu...
velakin, yarattı acıyı kötüyü,aklın bile aklı durdu.
feth ettik gökyüzünü,sığamadık dünya' ya,bir günde çıktık ay' a...
ne yazık ki parçalayıp atomu çevirdiniz bombaya!!!!!!
tenkit bile aklın eseri,sizlere göre değil,bakın hemen bıktınız!!
boş verseneee !!!!gerçek akıllıları niye içeri tıktınız? barıştan, sevgiden, erdemden yana değilse akıl,yaşasın delilik. onurdan, gururdan, huzurdan yana,degilse akıl, yaşasın delilik,yaşasın delilik...

Devekuşu Kabere...

3 Kasım 2009 Salı

I. Kedi Fare Savaşları


O gece yerin altında tehlikeli hazırlıklar vardı. Su kanallarında gürültüyle kocaman bir ordu hazırlanıyordu. Hazırlık öyle büyüktü ki dış dünyadan bile garip birseyler olduğu sezinlenebilirdi...
Fareler büyük bir isyana hazırlanıyor ve insanlığı cezalandırmayı planlıyordu. Pankartların ve silahların son kontrolleri yapılıyordu...

Tamda bu sırada Nazi bahcesinde yatmış havayı kokluyordu. Havada tehlike kokusu vardı ve biraz fazla fare kokusu... Nazi hemen ayağa fırladı ve etrafı kolaçan etmeye başladı. Nazi tembel görünüşlü, uzun tüylü ve kısa bacaklı bir ev kedisiydi. Ev kedisi olduğundan sokak kedileriyle pek anlaşamazdı. Sokak kedileride onun sözlerini pek dinlemezdi zaten. Sokak kedilerine göre Nazi, balık ve hazır yemle beslenen kuşlarla dost fare dahi yakalayamayacak kadar şapsal bir kediydi.
Balık ve hazır yemlerlede beslense de oda bir kediydi ve kedilerin sezgileri, kulakları ve burunlarına sahipti. Her yer fare kokuyordu. Bahcenin su deliğinin yanına yaklaştı ve içerden fare konuşmaları duyulurdu. Bir hazırlık vardı. Nazi çok güzel insan dili, fare dili, ve köpek dili konusabiliyordu. O çok iyi eğitilmis bir kediydi. Fareler isyana hazırlanıyordu hepsini duyabiliyordu. Bir fare avaz avaz bağırıyordu işte Nazi dikkatle anlamaya çalışıyordu şimdi " Farelerde ev hayvanı olmalı neden biz hep denek oluyoruz ki!" İşte bu çok tehlikeli diye düşündü Nazi hemen gidip diğer kedileri uyarmalıydı, fareler yer yüzüne çıkıp insanları korkutmaya, hastalık yaymaya başlamadan durdurulmalıydı. Hemen hesap yaptı onun matematiğide çok iyiydi sahibi matematik, tarih gibi dersler çalışırken oda onun kucağına yatıp hepsini öğrenirdi. Öğrenmeyi severdi bilgi mutluluk verir diye düşünürdü yeni şeyler öğrendikçe. Evet farelerin gelmelerine sadece üç saat vardı. Hemen Sokak kedilerinin lideri KocaKulak'a gitmeliydi. Hep kavga etselerde insanlığı korumak için birlik olmaları gerekiyordu. Planını yaptı Kocakulak'ı çok hızlı ikna etmek icin en doğru anlatım biçimini seçti zaten Nazinin edebiyatıda iyiydi o insanlar gibi okuyabilirdi...

KocaKulak ikna edilmesi zor biriydi. Çok kabaydı Nazi gibi bilgiye önem vermezdi ama bir sürü farenin geleceği fikri onuda çok rahatsız etti. Hemen tüm sokak kedilerine haber gönderdi ve hepsini Nazi'nin bahçesindeki savaşa çağırdı. KocaKulak'a görede fareler çok tehlikeliydi. 'İnsanlağa heba miğüsü bulaştığığlar' diyordu durmadan. Nazi virüsün veba olduğunu biliyordu birde kitabını okumustu ama KocaKulaka heba değilde denilmezdi hemen kızıverirdi sonra.
Neyseki fareler insanlarin en derin uykularını uyudukları bir anda çıkacaktı yer yüzüne. İnsanlar bu savaşı görmemeliydi. Nazi insanlarin ruh sağlığına çok önem verirdi özelliklede kendi sahibinin. Çünkü Nazi psikolojiden çok iyi anlardi.

Kedilerde son hazırlıklarını yapıyorlardı su deliğinin çevresine en güçlü ve en iri kedileri yerleştirdiler. Evet ne yazık ki Nazi onların arasında değildi. Ama güçlü halkanın hemen ilerisindeydi. Halkalar en güçlüden güçsüze doğru koca bahçeye yayılıyordu. Tüm kediler hazırlanmıs sessizce fareleri bekliyordu. Nazinin tek korkusu farelerin kedi kokusunu alıp farklı su kanalından çıkmalarıydı. Bunun olmaması için dua ediyordu durmadan.

Ve evet savaş başlamak üzereydi. Farelerin ayak sesleri gittikçe daha da yaklaşıyordu. Ama bir gariplik vardı, ayak sesleri fareler için biraz büyükçeydi. Su deliğinden bir farenin kocaman kafası göründü bu normal bir fare değildi daha çok koca azman bir kedinin boyutlarına sahipti.
Lider KocaKulak daha önce böyle büyük farelerle karşılaşmıştı o çok yaşlı ve tecrübeli bir kediydi. Diğer kedilerin şoka girdiklerini görünce yüreklendirici sözler söyleme ihtiyaci duydu ama iyi bir konusmacı değildi...
- Koğkmayın azmanlağım koğkmayın! Saldığın hepsine saldığın! kaçmalağına, insalağın ağasına giğmelerine izin veğmeyin! Biz insanlağ gibi heba miğüsüne yakalanmayız!
Kediler çok kalabalıktı buna karşılık farelerde kalabalıktı ayrıca büyük ve güçlüydüler iki ayaklarının üstüne kalkıp kedilere saldırmaya başlamışlardı bile. Her fareyi üç kedi sarıyordu yine de güçleri yetmiyordu. Fareler çoktan yayılmaya başlamıştı. Gürültüler artmıştı Nazi insanlar uyanacak diye korkmaya başlamıştı. Savaş gün ışıyıncaya kadar sürdü ve kedilerin çoğu yaranlanmıştı. Gün ışımaya başlayınca fareler deliklere saklandı ve kediler geri çekildi.

Yaralı kedilere Nazi ve başka bir ev kedisi olan Kuyruk bakıyordu. Kuyrukta Nazi gibi bilmeye önem verir, edebiyatı sever, matematiksel hesaplar yapar, psikolojiden anlardı. Şimdide ikisi birleşmiş tıp ilimlerini sergilemekteydi.
Öte yanda en güçlü ve tecrübeli sokak kedileri birleşmiş savaşın gidişatı üzerine konuşuyorlardı. Sonunda Akbıyık bi karar verdi ve köpeklerden yardım istemek için diğerlerinden ayrıldı.
Köpekler çabuk ikna oldular. Çünkü sabahtan akşama kadar ortalarda araba kovalamaktan geceleri olunca havlamaktan sıkılmışlardı. Hayatlarında heyecan arıyorlardı. Bu teklifi çok eğlenceli buldular. Akbıyıkta heyecan ve eğlence arayışındaki köpeklere farelerin boyutlarından ve sayısından hiç bahsetmedi. 'Onlar zaten yeterince iri' diye düsündü. Kediler ve köpekler anlaştılar gece yarısı gelince yine Nazinin bahcesinde buluşup Farelerle savaşmaya devam edeceklerdi ve bu defa Başarılı olacaklardı...

Gece yarısı yaklaştıkça kedilerin korkusu, köpeklerin heyecanı arttı. Kediler bahçeye girdiklerinde köpekler çoktan yerlerini almıştılar. Yine su deliğinin çevresine halkalar oluşturuldu ilk halkada köpekler vardı. Nazi bu defa üçüncü halkadaydı. Fareler çıkmaya başlamıştı bile bu defa teker teker çıkmıyorlardı. Sanki gece yarısına kadar dahada kalabalıklaşmışlardı. Bu defa şaşırma sırası köpeklerdeydi. Ama en yaşlı köpek olan Karadiş çok tecrübeliydi ve böyle fareler görmüşlüğü olmuştu. Genç köpeklerin şoka girdiğini görünce hırladı, 'yumulun!' ve savaş tüm şiddetiyle başladı köpekler ve kediler fareleri sersemletip tekrar su deliğine atıyorlardı. Çünkü hayvalar insanlar kadar acımasız değillerdir en azından bu masalda. Sersemleyen fareler su deliğine atıldıktan sonra korkudan kaçarak yer altına kaçıyordu zaten. Kedi ve köpeklerin katil olmaya ihtiyaci yoktu... Savaş yine gün ışıyıncaya kadar sürdü. Son kalan fareleride sersemletip su kanalına atar atmaz büyük bir sevinç yaşandı.

Sonrasında sokak kedileri çöplüklerine, sokak köpekleri arabaları kovalamaya, Nazi ise evine gitti. Bu savaş Nazi ve sokak kedilerinin arasındaki buzları elbetteki eritmedi sokak kedileri yine Naziye hantal balık ve kedi mamalarıyla beslenen şapşal kedi gözüyle bakıyordu. Nazi ise sahibinin kucağında yeni cebirsel islemler ögreniyordu. Öğrenmek ne güzel!

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Görünmeyen Gökyüzüm


Dün gece google amcadan bu gecenin anlam ve önemini öğrendim. Meteor yağmuru. Bana göre insanın nadiren tanık olacağı şeylerden birisi ve bunu bu gece daha iyi anladım.

Hevesle bekledim geldi çattı yağmur. bahçeye çıktım olmadı hiç bişey göremedim. Damlara duvarlara tırmandım yine bişey görünmedi. Görebildiğim sadece mars olduğunu düşündüğüm gezegen onunda bir yerlere kayma ihtimali çok düşük. Herkes bahçelere oturmuş aşırı aydınlatmalarının altında bağırarak konuşuyor. Hiç kimse benim gibi tüm ışıkları söndürüp heyecanla beklemiyor. Komşular ışıkları kapasada yine yıldızlar sönük kalacak belki ama çevrede hiç kimse merak etmiyor meteor yağmurunu. Çocuksu bi hüzün oldu içimde. Arada bir pencerelerden bakıyorum evin tek penceresinden daracık gökyüzü görünüyor ordanda sönük bir kaç yıldızdan başkası belirmiyor.

Evet şuanda doğup büyüdüğüm evden nefret ediyorum. Kışın ısınmadığı, yazın bütün sıcağı çektiği içinde sevmedim. Güneş almadığı için hep karanlık kaldığı içinde kurtulmak istedim doğduğum evden. Ama bu defa sevmemek yada kurtulamamak değil içimdeki, acı bir nefret ve isyan var içimde. Göremediğim gökyüzünün hıncı ve yine kaçırdığım meteor yağmurunun hüznü. Evet her yıl görebilirim umuduyla bekliyorum ama hep aynı hayal kırıklığı... Sadece bir kere Maraşta dağın başında bir kasabada tanık oldum meteor yağmuruna. Bana göre yıldız kaymasıydı daha manidar olduğundan. Maraşın kasabasında ilk ve son kez gördüğümü anladım bu haleleri...


İnsan ömrü böyle güzellikleri çok görmesin diyedir belki bu bahtsızlığım. Şansımı bir kez daha denemek için bir bahçeye çıkayım en iyisi...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Yeni Misafirimiz Kumru-idi


Üç tekir misafirimizden sonra sokakta bulduğumuz bir kumruyu misafir ettik. Anladğımız kadarıyla doğustan ayakları sakat olan yavru kumrumuz ölüme terk edilmiş. Çok üzüldük hemen evimizi açtık. Hemen hemen bir haftadır yazmayı düşünüyordum sevgili misafirim Benjamini.

Ama artık Benjamin (kumrumuz) hakkında yazacağım şeyler sevgili kedim Mestan'a yöneliyor. Onlar kardeş kardeş oynayan iki ev hayvanıydı ama sadece ben yanlarındayken öyleymiş sevgili kedimiz Mestan meğer sadece şirinlik olsun diye numara yapıyormuş. Henüz yemek yemeyi bilmeyen Benjamin in kutusunun yanına gidip onu izlerken mırlayan Mestan sadece midesini düşünüyormuş. Bütün huzur ve mırıltısı sadece aç midesini doyurma hayallerindenmiş.
Bugün kedilerin kuşları yediğini ve Mestanında bir kedi olduğunu unutup ikisini baş başa bıraktım ve Kuzenime gittim. Eve döndüğümde Benjamin kutusunda yoktu yerinde Steinbeck ın Yukarı Mahalle kitabı vardı. Kitabın kutuda ne aradığını bende bilmiyorum. Sanırım uyanık kedim kuşun yokluğunu fark etmeyelim diye içine kitap koymuş. Tabi o kadar becerikli mi bilmiyorum.
Kuşu odanın içinde epey bi aradım ve sonunda mestan güzellik uykusundan uyanıp bana büyük bir marifet gibi kuştan kalan parçaları gösterdi. Geriye kalan iki kanadı görünce büyük bir şok geçirdim ve artık psikoloğa gitme zamanım geldi diye düşündüm...

24 Şubat 2009 Salı

Kalender Usta



Öğleye doğru açar dükkânı sanmayın ki tembellikten gecede vardiyesi var ustamın. Sararmış gömleğini giyip işe koyulur. Yavaş yavaş sebzelerini yıkar, etini hazırlar, kedisine yem verir. Günün hangi saatinde gidersen git tatlı bir gülümsemeyle karşılar. Ela gözlerinde sıcak bir gülümseme. Sessiz sessiz işini yaparken ne düşündüğünü merak edersin.

Elli yaşlarında bir adamdır Kalender Usta dükkânın duvarlarında üç-beş çocuk resmi torunlarının herhalde. Aman ne önemi var torunun torbasının. Beni şaşırtan, parmağındaki yıpranmış altın alyansı ve çocuk resimlerinin arasında ki siyah beyaz bir düğün resmi. Buralarda film yada roman aşkları yaşanmaz pek. Bir adam karısını sevsede sevgisini karısına bile sezdirmez. Kalender Usta'nın ustalığıda burdan geliyor herhalde. Parmağında ki alyans ve duvardaki siyah beyaz resimle sevmeyi, mutlu olmayı ve kalender olmayı öğretiyor insanlara. Tüm esnafa sıcak gülümsemesiyle sevdirmiş kendini. Öğlen oldu mu dükkânın önünde iğne atsan yere düşmez. Herkes biraz karnını, biraz ruhunu doyurmaya gelir Kalender Usta'nın yanına.

"Madem bu kadar kalenderdin nerede ağardı bu saçlar ustam?" diye soran oldu mu gülümser ve " Kalender Ustayı kalender yapan. Yaşlanan vücuduna aldırmadan yaşamak" der.

29 Ocak 2009 Perşembe

En acımasız silahımla dövüyorum ruhumu. Acı çektikçe daha fazla işkence ediyorum ve daha çok mazoşistleşiyorum. Tüm acıların en büyüğünü tatmak ve daha fazla acımasız olmak için. Yüreğimde merhamet kalmasın diye işkenceler ediyorum aciz ruhuma....

Sevgisiz bir yaşam sunuyorum kendime. Sevgisiz ve kimsesiz. Ölümün soğukluğunu taşıyan, yalnız bir ölümle sonlanacak buz gibi bir yaşam.